Tam sahneye çıkıcaz ben “Bi süt sağıcam😂” @busepekel yakalamış😂😂Bunlara alışmanız lazım ey güzel ekibim🍼🍼🍼Ben artık anneyim🐥😍👩👧🍼 ️🧿🧚🏻♀️
Benkulum. Bugünden sonra senin subaşın olmak ve efendimin de sultanlık etmesini istiyorum. Zîrâ bütün görünen ve görünmeyen sultanlık eskiden beri sizindir.” dedi.
TranslatePDF. Ey Ruhi Zâr. Ruhi Güli Hâr RÜ 1 fGİRİŞ: Makber gülüm Azizem, Nurum. Neden böyle sitem eder durursun, Bilmezmisin, sabır Allah'tan.. Sabretmek bizler için sükut dua. Halimiz Allah'a havale aşk.. Keskin gül kokumu duydum İlk defa kendi ruhumu kokladım Zikrimiz şükür, fikrimiz söz dua..
Kulum iste vereyim." Ama her isteyene vermez. Hepimizin böyle günü var. Her zaman Rabbimizi hatırlayalım. Ölümü düşünelim. Kendimiz için, müslümanlar için, ihvanlar için her şeyi veriyor. Ama biz yine de maddî şeyleri istemeyelim. Maddiyatı her isteyene vermez. Veren yine Allah. O vermezse hiç kimse mal sahibi olamaz.
Fakatbabanla arada hiçbir hicab bulunmaksızın konuştu ve ona şöyle dedi: 'Ey Kulum! Benden ne istersen iste, sana vereyim.' O: 'Ey Rabbim! Ruhumu tekrar geri döndür de senin yolunda tekrar öleyim.' dedi. Allah ona: 'Ben, dünyada ölen kimseleri tekrar dünyaya döndürmeyeceğimi daha önce bildirmiştim.
cash. KÜNYE HAKKIMIZDA HARİTA YASAL ARA İLETİŞİM ANASAYFA HADİSLER “İnfak Et ki Sana da İnfak Olunsun!” Hadisi “Ey âdemoğlu! Allah için infak et ki sana da infak olunsun!” hadisini nasıl anlamalıyız?Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğne göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir “Ey âdemoğlu! Allah için infak et ki sana da infak olunsun!” Buhâri, Tefsîru sûre 11 2; Nefekât 1; Tevhid 35; Müslim, Zekât 36, 37. Ayrıca bk. İbni Mâce, Keffârât 15 Hadisi Nasıl Anlamalıyız? “İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir” Rahmân sûresi, 60 âyet-i kerîmesini hatırlatan bu kudsî hadis, Allah rızâsı için yapılacak hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını ifade etmektedir. Hadisin bazı rivayetlerinde Meselâ, bk. Buhârî, Tefsîru sûre 11, 2 “Ey ademoğlu!” hitabı yoktur ve ifade de “Enfik, Ünfik aleyke = Sen sadaka ver ki ben de sana vereyim” şeklindedir. Allah Teâlâ’nın sayısız nimet ve ikrâmları içinde yaşamaktayız. O’nun, “Ey kulum sen ver ki ben de sana vereyim” buyurması, iyilik yapacak kimselere bu iyiliklerinin kesinlikle karşılıksız kalmayacağını bildirmek, bizleri hayır yapmaya teşvik etmek içindir. Aslında iyilik ve hayır yapmak da bir nasip meselesidir. Kimi insanlar çok rahat iyilik yaparken kimileri de isteseler bile yapamazlar. İyiliğin karşılığı yine iyilik olduğuna göre, bazı kimseler iyilikle karşılanmaktan kendilerini mahrum bırakırlar. Yani iyilik yapmak yapabilmek de bir nimettir, onun da ayrıca şükrü gerekmektedir. Hadisten Öğrendiklerimiz İyilikler karşılıksız kalmaz. Allah yolunda infakta bulunana Allah Teâlâ infak ile karşılık verir. Cömert kimse mahrum kalmaz. Kaynak Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları İslam ve İhsan PAYLAŞ İslam ve İhsan İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de “Allâh katında dîn İslâm’dır …” Âl-i İmrân, 19 buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan böyle bir dîn aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” Âl-i İmrân, 85 ... Peygamber Efendimiz Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret hac etmendir” buyurdular. “İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular. İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16 Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir. Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” Muvatta’, Kader, 3. Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir. Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307 Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” er-Rad, 28 Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir. İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal ilm-i hâl sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır. İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz. Erkam Medya © islam&ihsan 2013 - 2022 altında yayınlanan yazıların tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi yazıların tamamı izinsiz kullanılamaz.
Uhud’da ilk şehit düşen sahabilerden Abdullah ibni Amr ibni Haram'ın ibni Amr ibni Haram el-Hazreci radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize ikinci Akabe görüşmelerinde biat eden bir sahabi!.. Medine’nin hicrete hazırlanmasında büyük emeği geçen on iki nakibden biri!.. En çok hadis rivayet eden meşhur sahabi Cabir ibni Abdullah radıyallahu anh’ın babası!.. Uhud’da ilk şehit düşen yiğitlerden!.. ABDULLAH İBNİ AMR İBNİ HARAM’IN HAYATI Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh, Medineli olup Hazreç kabilesine mensubtur. Seleme oğullarının reisi. Çevresinde çok sevilen, sayılan güvenilir bir şahsiyet. Onun İslam’la buluşmasını Ka’b ibni Malik radıyallahu anh şöyle anlatır “-Medine’li Müslümanlar olarak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizle Akabe’de buluşmak üzere sözleşmiştik. İkisi kadın yetmiş beş Müslüman ile Hac mevsiminde Mekke’ye gittik. Hac ibadetini yaptıktan sonra Efendimizle görüşmek üzere hazırlık yapıyorduk. Biz Müslüman olduğumuzu diğer Medinelilerden gizli tutuyorduk. Her hususta kendisine güvendiğimiz fakat henüz Müslüman olmayan liderlerimizden Abdullah ibni Amr ibni Haram da Hacca gelmişti. Onu özel olarak ziyaret ettik. Uygun bir lisan ile ona, İslam’dan, Kur’an’dan bahsettik. Anlatılanlardan etkilendiğini görünce kendisini İslam’a davet ettik ve “- Ya Eba Cabir! Sen bizim büyüğümüz, liderimizsin. Sen sevilen, sayılan, akıllı, zeki bir insansın. Kendisine bile faydası olmayan, zararı önleyemeyen ağaçtan, taştan putlara tapınmana ve öldükten sonra senin ateşe girmene gönlümüz razı gelmiyor. Seni İslam’a davet ediyoruz” dedik. O da söylenenleri doğru ve samimi bularak hemen İslam’ı kabul etti. Üsdü’l-Gabe, III, 343; Ahmed, III, 460-462 SEVİNÇTEN GÖZÜNE UYKU GİRMEMİŞTİ Gece olunca henüz Müslüman olmayan Medinelilerle birlikte konakladığımız yerde yataklarımıza yattık. Sevinçten hiç birimizin gözüne uyku girmiyordu. Zira o gece Allah Rasülü ile buluşacaktık. İnsanlar uykuya dalınca sessiz bir şekilde kalktık ve Efendimiz’le buluşmak üzere Akabe’ye geldik. Kısa bir sohbetten sonra tek tek Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e biat ettik. Peşinden, çocuğumuzu, hanımımızı, canımızı, malımızı koruduğumuz gibi koruyacağımıza söz verdik ve memleketimize davet ettik. Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz kabileler için aramızdan Nakîb adını verdiği temsilciler seçti. Bera ibni Ma’rur ile Abdullah ibni Amr ibni Haram’ı da Seleme oğullarının nakîbi, temsilcisi olarak seçti. O gün Hazreti Abbas radıyallahu anh yeğenini korumaları hususunda gönlünün mutmain olması için Medineli Müslümanlara “-Düşmanlarınızla nasıl savaşırsınız?” diye bir soru yöneltti. İçlerinden Bera ibni Ma’rur ile Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh ayağa kalktı ve şöyle cevab verdi “-Vallahi, biz savaşçı bir milletiz! Savaş taktiklerimiz babadan oğula, nesilden nesile bize kadar geldi. Savaşta önce ok atarız. Sonra mızraklarımızı kullanırız. Mızraklarımız kırılınca, kılıçlarımızı çeker meydana çıkarız. Ya biz, ya düşmanımız ölünceye kadar savaşırız” dedi. İki Cihan Güneşi Efendimiz ve amcası bu cevaptan çok memnun kaldı. İbn Sa’d, Tabakat, 4/7-9; Ahmed, III, 460-462 HER ŞEYİNİ ALLAH VE RASÛLÜ YOLUNDA FEDA EDEN SAHABİ Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh Medine’ye dönünce, her şeyini Allah ve Rasülü yolunda feda eden bir iman eri olarak yaşadı. İstikametini asla bozmadı. İmanından asla taviz vermedi. Düşüncelerinde, yaşantısında çok büyük değişiklikler oldu. Fahr-i Kainat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Medine’ye hicret edince ondan hiç ayrılmadı. Ayrı kaldığı zamanlarda bile aklı, fikri, kalbi hep Efendimizle beraber olurdu. Bir gün ondan ayrı bir yerde idi. Gönlüne bir endişe düştü. Efendimiz acaba şu an ne yapıyor? Aç mı, susuz mu? Üzüntüsü, sıkıntısı var mı? Yeni bir ayet nazil oldu mu? diye bir takım sorular zihnini meşgul etmeye başladı. Hemen oğlu Cabir’i yanına çağırdı ve “-Oğlum! Eve git, biraz yemek hazırlat ve Efendimize götür!” da hemen koştu ve yemek hazırlatıp Efendimize götürdü. Fahr-i Kainat sallallahu aleyhi ve sellem Cabir’in bir şey getirdiğini görünce “-Bize et mi getirdin ey Cabir!” dedi. O da “-Hayır ya Rasulallah, yalnızca yemek getirdim” dedi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çok memnun oldu ve dua buyurdu. Cabir radıyallahu anh babasının yanına gitti ve durumu anlattı “-Babacığım! Söylediğiniz gibi yemek hazırlatıp götürdüm. Efendimiz çok memnun kaldı ve bize dua ettiler. Ama ilk gördüğünde bana “-Ey Cabir! Yoksa bize et mi getirdin?” dedi. Kalbini, Rasulullah sevgisiyle doldurmuş, firaset sahibi, ince düşünceli cömert bir sahabi olan Cabir radıyallahu anh’ın babacığı, canı, malı, her şeyi onun uğruna feda edebilecek bir muhabbet ve teslimiyete sahipti. Efendimizin canının et istediğini anladı ve hemen oğluna dönerek “-Cabir! Hemen koyunların yanına koş. Bir tanesini kes, pişir ve Efendimize tekrar götür!” dedi. Cabir radıyallahu anh babasının emrini yerine getirmek üzere tekrar koşarak eve gitti. Bir koyun kesip pişirip Efendimize götürdü. RESÛLULLAH'IN DUA ETTİĞİ SAHABİ Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh’ın bu ince düşünüşünden pek memnun olan Fahr-i Kainat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu davranışdan çok duygulandı ve ona şöyle dua buyurdu “-Ey Ensar! Allah sizi hayırla mükafatlandırsın! Ey Allah’ım! Sen Abdullah ibni Amr ibni Haram’ı hayırla mükafatlandır!” dedi. Makrizi, İmtaü’l-Esma’ 7/290 Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh cihad aşkıyla dolu bir gönle sahipti. Allah yolunda öldürülüp tekrar diriltilmeyi isteyen ve şehidlik arzusuyla yaşıyan yiğitlerdendi. Bedir’de büyük kahramanlıklar gösterdi. Vakıdi, Megazi, I, 22-24 Uhud’a çıkmadan önce gördüğü rüya ona çok tesir etmişti. Rüyasını Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem efendimize anlatınca “-Bu şehadet işaretidir ey Ebu Cabir!” buyurdu. Şami, Sübülü’l-Hüda, 4/215 UHUD'UN İLK ŞEHİDİ O da bu cevap üzerine oğluna şöyle bir vasıyyette bulundu. Cabir radıyallahu anh nakleder “Uhud Harbi’nden önceki gece babam beni yanına çağırdı ve “-Ey Oğlum! Bilmiyorum, yarın Uhud’da belki de ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağını sanıyorum. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’den sonra, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Biliyorsun bir miktar borcum var, onları öde. Kardeşlerine dâimâ iyi muâmelede bulun» dedi. Şami, Sübülü’l-Hüda, 4/214 Diğer bir rivâyete göre, bu îman heyecânını oğluyla da paylaşma arzusunu şöyle dile getirdi “-Câbir! Evde himâyeye muhtaç kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!..” Câbir radıyallâhu anh devamla der ki “-Sabahleyin babam ilk şehîd düşen kişi oldu. Amr ibni Cemuh radıyallahu anh ile birlikte onu bir kabre defnettik. Sonra babamı müstakil bir yere defnetmek istedim. Altı ay sonra mezarını açtık. Bir de ne göreyim Kulağı nın bir kısmı hâriç, bütün vücûdu kabre defnettiğimiz günkü gibiydi! Onu yalnız başına bir mezara defnettik.” Buhârî, Cenâiz, 78 RESÛLULLAH'IN ÜMMETİNE MÜJDESİ Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh Uhud’da şehid düştükten sonra Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz oğlu Câbir radıyallâhu anh’a her hususta yardımcı oldu. Kendisi şöyle anlatır “-Bir defâsında ben mahzun bir hâlde iken Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem ile karşılaştım. Bana “-Seni niye böyle üzgün görüyorum?” buyurdu. Ben de “-Babam Uhud’da şehîd düştü. Geriye bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de borç bıraktı” dedim. Bunun üzerine bana “-Allâh’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?” buyurdu. Ben de“-Evet!” deyince şöyle devâm etti “-Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz yüz yüze konuştu. Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim!» buyurdu. Baban da -Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehîd olayım!» dedi. Allah Teâlâ Hazretleri -Ama ben daha önce; ölenlerin artık dünyâya geri dönmeyeceklerine hükmettim» buyurdu. Tirmizî, Tefsîr, 3/3010. Baban da -Ey Rabbim, öyleyse benim hâlimi arkamda kalanlara bildir!» dedi. Bu talep üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu “ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLERE ÖLÜLER DEMEYİN” “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrûr bir hâlde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler.” Âl-i İmrân, 69-170 İbn-i Mâce, Mukaddime, 13/190; İsâbe, IV, 162; İstîâb, III, 954-956 Ne şeref!.. Ne saadet!.. Ne büyük kurtuluş!... Allahım bizlere de böyle kurtuluş ve saadetler nasib et!... Câbir radıyallâhu anh’ın babasının borcu vardı. Onu ödeme konusunda da İki Cihan Güneşi Efendimiz yakınen ilgilenmiştir. Bizzat bahçelerine giderek malını bereketlendirmesini Allah’tan niyâz etmiştir. Efendimizin bu duâsı hürmetine Câbir radıyallahu anh’in hurmaları mûcizevî bir şekilde bereketlenerek bütün borçlarına kâfi geldi. Bu durumu kendisi şöyle anlatır Babam şehîd olduğu zaman bir yahûdîye otuz vesk borç bırakmıştı. Yahûdîden borcunun ödenmesi için biraz mühlet talep ettim. Ancak yahûdî kabul etmedi. Bunun üzerine Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e gelerek Yahûdî nezdinde şefaatçi olmasını talep ettim. Efendimiz Yahûdiyle konuştu, lâkin o yine kabul etmedi. Bunun üzerine Efendimiz hurmalığa girdi, içinde biraz yürüdü. Sonra bana dönerek “-Hurmayı topla ve ona borcunu öde!” buyurdu. Ben hurmayı topladım, Yahûdîye olan borcu ödedim. Geriye o kadar daha hurma arttı. Bunu Ömer ibni Hattâb radıyallahu anh’a haber verdim. O da “-Ben, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bahçede yürümeye başlayınca, hurmanın bereketleneceğini anlamıştım zâten” dedi. Buhârî, Vasâyâ 36, İstikrâz 9, Cihâd 49, Büyû 34; Müslim, Müsâkât 109; Ahmed, III, 303, 373, 391 Allah hepsinden razı olsun. Rabbimiz cümlemize Uhud’un ilk şehidi Abdullah ibni Haram radıyallahu anh’ın teslimiyet ve kahramanlığından hisseler alabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi nasib eylesin. Amin. Kaynak Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı 317 İslam ve İhsan
9 Temmuz 2019 Salı 133352 Kudsi Hadis“Allah dedi ki – Ey insan hasta oldum, ziyaretime sordu– Ey Rabbim sen âlemlerin Rabbisin… Seni nasıl ziyaret edeyim?Allah buyurdu– Bilmiyor musun? Falan kulum hasta oldu; ama sen onu ziyaret etmedin; eğer onu ziyaret etseydin; beni yanında dedi ki– Ey insan. Açtım, doyurulmamı istedim; beni sordu– Ey Rabbim! Ben seni nasıl doyururum? Sen âlemlerin buyurdu– Falan kulum senden yemek istedi; sen yedirmedin… Bilemedin mi? Ona yedirseydin beni yanında buyurdu– Ey insan su istedim; sordu– Ey Rabbim sana nasıl su vereyim? Sen âlemlerin buyurdu– Falan kulum senden su istedi; vermedin. Ona su verseydin; beni yanında bulacaktın… Bunu da mı anlayamadın?” Hadis-i Erbain, 15. Hadis, Sadreddin Konevî Evet, bu kutsi hadiste sevgili peygamberimiz, Allah’ın vahyettiğini kendi sözleriyle bize anlatmıştır. Bu kutsi hadiste de görüldüğü gibi, hasta, aç, susuz insanın gönlünü almak ve insanlara hizmet etmek “Allah’a yakın olmanın en kestirme yoludur”.Mâdemki İslâm’a göre en yüce ibadet insanlara hizmettir. Öyleyse bu konuda yüce kitabımız Kur’an ne diyorÖnce namaz suresi dediğimiz ve sık sık okuduğumuz “el-Mâun” suresinden başlayalım. “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar kıldıkları namazda gafildirler” ifadesinin yer aldığı el-Mâun suresinde şöyle deniliyor“Dini yalanlayanı gördün mü? İşte, yetimi itip kakan, Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmeyen/yoksula yedirmeyi teşvik etmeyen de odur. Vay haline! Şöyle namaz kılanların ki onlar, namazlarından onun öneminden, gayesinden ve vaktinin geçtiğinden gafildirler. Hem de onlar, gösterişçidirler. İyi tanınmak veya çıkar sağlamak için namaz kılarlar. Onlar, zekâtı veya yardım ve yardımlaşma için en basit şeyleri bile esirgerler/engel olurlar. bk. 2/264; 4/38, 142Yüce Kuran’daki bu ayetlere göre münkir ve münafığın özellikleri şunlardır.• Yetimi İtip kakmak• Yoksulu doyurmayı özendirmemek• Namazdan gafil olmak• Gösterişçi olmak• Zekâtı menetmek.
Şehid, Arapça “ş-h-d” kökünden gelen türetilen bir sıfattır. Bir yerde hazır bulunmak, bir olaya şahit olmak gibi anlamlara gelen bu fiilin şehid anlamı ise, çok iyi bilip şahitlik eden, çok iyi görüp hazır bulanan manalarına gelir. İslami terim olarak, “Allah yolunda öldürülen kimselere” şehit deniyor, ama neden? Bunun birkaç sebebi Rahmet melekleri şehidin, yıkanmasına ve ruhunun cennete gitmesine şahit oldukları için bu kişiye şehit Cennete gireceğine dair hem Yüce Allah hem de melekler kendisi hakkında şahitlik yapacağı için, bu kişiye şehit Kıyamet gününde Hz. Peygamberle sav birlikte, geçmiş ümmetler hakkında şahitlik etmesi isteneceği için bu kişiye şehit denir. - Şehit olarak düştüğü toprak da kendisi lehine şahitlik yapacağı için bu kişiye şehit Ölmeyip Allah’ın huzurunda bir şahit gibi diri ve yaşıyor olduğu için kendisine şehit Ölünceye kadar Allah’ın emrine göre doğruluk üzerinde olduğuna dair şahitlik edildiği için şehit Allah’ın, öldürülmesine karşılık kendisine hazırlamış olduğu ikramları görüp şahit olduğu için şehit VERİLEN MÜJDELERKur’an’da şehitler için “Allah yolunda canını feda edenler” ifadesi kullanılır. Bunlardan birisi Bakara Suresi’ndeki şu ayettir “Allah yolunda canlarını feda edenlere ölüler demeyin, aksine onlar diridirler, fakat siz onların ne şekilde diri olduklarını bilemezsiniz.” Ayrıca Âl-i İmran Suresi’nin 169. ayetinde “Allah katında canlarını seve seve feda edenlere ölüler demeyin. Onlar diridirler ve Rablerinin katında rızıklandırılmaktadırlar” buyrulur. Yine Âl-i İmran Suresi’nde şöyle buyrulur “Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz bilin ki Allah katından size bir mağfiret ve rahmet vardır ki bu, insanların dünyada topladıkları bütün mal ve mülkten daha hayırlıdır” buyurmaktadır. Demek ki Allah yolunda canlarını feda edenler bu dünya ve içindekilerden daha hayırlı olan bir şeylere taliptirler. Yüce Mevla bu şehitlerin ahirette hangi halde olacaklarını da bizlere bildirir “O şehitler, Allah’ın fazl-ı kereminden ve kendilerine verilenlerden dolayı mutludurlar. Kendilerinin geride bıraktığı silah arkadaşlarını şu şekilde müjdelerler; Bakın biz şehit olduk ve bilin ki burada ne bir korku var, ne de hüzün.”4 ÇEŞİT ŞEHİT VARDIRPeki Allah yolunda öldürülen ve şehit sayılanlar kimseler kimlerdir. Bunların cevabını da Hz. Peygamberimiz veriyor “Kim malını korurken öldürülürse şehittir. Kim dini uğruna öldürülürse şehittir. Kim canı uğruna, canını korurken öldürülürse şehittir. Kim ailesini korur iken öldürülürse şehittir.” Bir kısım hadislerde de şehitliğin tanımıyla ilgili tasnifler yapılır. Bunlardan birinde Hz. Peygamber sav dört çeşit şehitten bahsetmektedir Birincisi, sağlam imanı olan bir kişi düşmanla savaşırken öldürülünceye kadar Allah’a sadık kalırsa bu kimse kıyamet günü herkesin gıpta ile bakacağı gerçek bir şehit olur. İkincisi de yine sağlam bir imana sahip olup da düşmanla savaş esnasında, vücuduna diken batmış gibi korkudan titrerken bir okla vurulan kişidir ki bu da ikinci derecede bir şehittir. Üçüncüsü ise iyi ile kötü amelleri birbirine karıştırmış ama Allah’a sadık bir mümin, yine düşmanla savaşırken öldürülürse üçüncü derecede bir şehit olur. Dördüncü olarak da günahkâr bir mümin düşmanla karşılaşır, Allah’a sadık bir şekilde öldürülürse bu da dördüncü derecede bir şehit olur. DERECE FARKLILIKLARI OLURBaşka bir hadiste de Allah yolunda öldürülmenin yanında vebadan, iç hastalıklarından, suda boğularak ya da yıkıntı altında kalarak ölen beş kişinin şehit olduğu belirtilir. Aynı zamanda deniz tutulmasına yakalanan kişinin de şehit olduğu, denizde boğulana iki şehit sevabı verileceği haber verilir. Buna göre mümin ve Allah’a sadık olduğu halde ölen veya öldürülen kişi şehit olarak tanımlanmakla birlikte savaşta gösterdikleri metanet ve amellerine göre sevap bakımından aralarında derece farklılıkları GÜNAHLARI BAĞIŞLANIRPeki şehitlerin ahiretteki ayrıcalıkları nedir? Bir rivayetten bunu da öğreniyoruz1 Kanının ilk damlasıyla birlikte günahları Cennetteki yeri kendisine Kabir azabından En büyük korku olan cehennem azabından emin İman elbisesi ile süslenir ve hurilerle Akrabalarından 70 kişi için şefaat etmesi kabul ALLAH’A ADAYAN KİMSEDİRKur’an-ı Kerim’in ayetlerinden ve Hadis-i Şerif’lerden yola çıkarak “şehit”in ölüp yok olan, kaybolup giden değil, ölümsüzleşen kişi olduğunu görüyoruz. Şehit, Allah için ölümsüzleşmenin diğer adıdır. Bunun içindir ki şehit, diridir. Ölmez ve O’na ölü de denmez. En veciz ifadesini Hz. Ömer’in dilinden aktaralım “Şehit, kendisini Allah’a adayan kimsedir.”Şehitlerin halini bildiren ayetHazret-i Câbir -radıyallâhu anh- şöyle anlatır “Bir defasında ben mahzun bir hâlde iken Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile karşılaşmıştım. Bana, Seni niye böyle üzgün görüyorum?’ buyurdu. Babam Uhud’da şehîd oldu. Geride, bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de borç bıraktı’ dedim. Bunun üzerine Allâh’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?’ buyurdu. Ben de; Evet!’ deyince sözlerine şöyle devam etti Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz konuştu Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim!’ buyurdu. Baban Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehit olayım!’ dedi. Allah Teâlâ Hazretleri Ama Ben daha önce; ölenlerin artık dünyaya geri dönmeyeceklerine hükmettim.” buyurdu. Baban da Ey Rabbim, öyleyse benim hâlimi arkamda kalanlara bildir!’ dedi. Bu talep üzerine Al-i İmran suresinin şu âyet-i kerimeleri nâzil oldu “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lûtuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrur bir hâlde Rabbleri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler.” İbn-i Mâce GÜNDEM Şehit de oldu Bugüne nasipmiş GÜNDEM 15 Temmuz şehitleri dualarla anıldı
Allah Teâlâ kısaca şunu soracak Ey kulum! Ben seninleydim, sana şah damarından daha yakındım; fakat sen kiminleydin?!.»” Peki bizim cevabomız ne olacak?Bir vâiz, kürsüde âhiret ahvâlini anlatmaktaydı. Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı. Vâiz efendi, Cenâb-ı Hakk’ın âhirette soracağı suallerden bahsederek; “–İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mülkünü nereden kazanıp nereye harcadın, sorulacak! Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak! İbâdetlerin ne durumda, sorulacak! Harama-helâle dikkat ettin mi, sorulacak!..” Bunların ardından; “Şunlar şunlar da sorulacak!..” diye, hepsi de son derece mühim olan pek çok husus saydı. Fakat bu kadar tafsîlâtlı îzâha rağmen, meselenin özüne dikkat çekilmemesi üzerine, Şiblî Hazretleri yumuşak bir üslûpla vâize seslendi “–Ey vâiz efendi! Suallerin en mühimlerinden birini unuttun! Allah Teâlâ kısaca şunu soracak Ey kulum! Ben seninleydim, sana şahdamarından daha yakındım; fakat sen kiminleydin?!.»” Cenâb-ı Hak bize yakınlığını muhtelif âyetlerde beyan buyurmuştur “…Nerede olsanız, O sizinle beraberdir…” el-Hadîd, 4 “Biz ona şahdamarından daha yakınız.” Kāf, 16 Cenâb-ı Hak; âyet-i kerîmede, bize yakınlığını ve O’na bizim yaklaşmamızın yolunu şöyle bildirmektedir “Ey Habîbim! Kullarım Sana Ben’i sorduğunda Sen kullarıma söyle Ben çok yakınım. Bana duâ ettikleri vakit, duâ edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde kullarım da Ben’im davetime uysunlar Kitap ve Sünnet’in muhtevâsı içinde hayatlarını devam ettirsinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulsunlar.” el-Bakara, 186 Kaynak Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl 2019 Ay Haziran, Sayı 172 İslam ve İhsan
ey kulum sen iste ben vereyim