Bugüne kadar felsefe tarihine damga vuran pek çok filozof bulunuyor. Elbette ki bu filozofların tümüne bir yazıda değinmek mümkün değil. Fakat önemli görüşleri olan filozofları ve onları görüşlerini sizler için derledik. Thales. Thales, tarihte bilinen ilk filozoftur. Elbette ki ondan önce de felsefe ile uğraşan insanlar
Fakatnefisle ilgili görüşlerini belirttikten sonra, günü-müze kadar etkisini sürdüren Pythagoras (Pisagor M.Ö. ö. 500), Demokritos (M.Ö. ö 370), Eflâtun (M.Ö. ö. 347) ve Aristo (M.Ö. ö. 322), bunların başında gelmektedir. Bu filozofların konuyla alâkalı neler ortaya koyduğunu öğrenmek, konunun anlaşılması için birer
Felsefe tavırlı eğitim, felsefeden filozof ve düşünürlerin kronolojisini anlayan bir dizge değildir. Dersten biriktirilmiş bilgiyi bellemeyi anlayan bir anlayış değildir. Sosyal ilişkiden ast-üst ilişkisini anlayan bir iletişim ağı değildir. Yönetme eyleminden korkutmayı sindirmeyi, baskıyı anlayan bir yapı değildir.
Buaraştırmada Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde öğrenim görmekte olan 4 lisans bölümünün ortak zorunlu dersler olan Türk Dili I ve Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I derslerini uzaktan eğitim yöntemi ile alan öğrencilerinin uzaktan eğitim ile ilgili görüşleri ve hazırbulunuşlukları durum çalışması yöntemi ile incelenmiştir.
2014 boyuttan oluşmaktadır. Yani eğitim felsefeleri ile ilgili ölçeklerde boyut sa-yısının çeşitlendiği anlaşılmaktadır. İlgili kuramsal alanyazın incelendiğinde ise daimicilik, esasicilik, ilerlemecilik ve yenidenkurmacılık olmak üzere dört tane genel kabul gören eğitim felsefesinin olduğu görülmektedir.
cash. Oluşturulma Tarihi Aralık 14, 2020 0225Eğitim felsefesi, verilen eğitimlerim hem bireye hem de topluma faydalı olmasını amaçlayan bir disiplindir. Realizm ve Pragmatizm gibi felsefi akımlardan etkilenen bu felsefenin ilkeleri Daimicilik Perennializm - İlerlemecilik - Yeniden Kurmacılık ve Esasicilik olmak üzere dört ana başlıkta toplanır. Eğitim felsefesinin temsilcileri kimdir, temel kavramları nelerdir? İşte, tüm felsefesinin müfredatı tüm dersleri kapsar. Okulun ve öğretmenlerin çok daha iyi eğitim vermesi için kuramlar geliştirilir. Teori - pratik karşılaştırması yapılarak sonuç alınamayan eski sistemlerin yerine yenisi getirilir. Eğitim Felsefesi Nedir? Eğitim felsefesinde dört farklı akım vardır. Bu akımlar, eğitimin temel ilkelerini oluşturur. 1- Esasicilik - Bu akım eğitimin başarılı olması için bazı ''esasların'' yerine getirilmesi gerektiği görüşüne dayalıdır. Bu nedenle ''esasicilik'' adı verilmiştir. Eğitim ve öğretimde klasik metotların uygulanması gerektiğini öne süren eğitmenler tarafından geliştirilmiş bir sistemdir. Yenilikçi değil normatif bir yapıya sahiptir. Örneğin, diğer akımlarda ezberci öğretim modeli terk edilirken, esasicilikte ezberlemek ve tekrar yapmak eğitimin temelini oluşturur. Ana dersler tarih, matematik ve fen bilimleridir. Bu akıma göre verilen eğitimin hedefi sonuca ulaşmaktır. Temel beceriler arasında okumak ve yazmak yer alır. Diğer akımlara göre çok daha disiplinli bir yapıda olan esasicilik, birçok ülkede tercih edilen bir yöntem değildir. 2- Yeniden Kurmacılık - Özellikle Avrupa okullarında uygulanan yöntemdir. Modern bir yapıya sahip olup yeniliklere açıktır. Yeniden kurmacılık akımında öğrencinin ezberleyerek değil eğlenerek öğrenmesi esas alınır. Müfredata yeni eklenmiş olan bir ders ya da konudan randıman alınmıyorsa, konu müfredattan çıkarılıp yerine yenisi getirilir. Teknolojiden en çok faydalanan eğitim felsefesi modelidir. Amaç, bireyler üzerinden toplumu eğitmek ve çok daha huzurlu - başarılı bir toplum inşa etmektir. Temel prensipleri arasında ''sorgulamak'' ve ''araştırmak'' yer alır. Özellikle 1950 yılından sonra Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde uygulanmaya başlamıştır. Toplumsal sorunların ancak akılcı ve analitik yaklaşımlarla çözülebileceğini savunan Yeniden Kurmacılık realizm ve varoluşçuluk akımlarından etkilenmiştir. 3- İlerlemecilik - Ünlü filozof Heraklietos'un ''Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir'' sözünün eğitime uyarlanmış halidir. İlerlemecilik akımında ''mutlak doğru'' ve ''klasik eğitim'' kavramları yoktur. Eğitim sistemi, tıpkı toplumsal düzen ve şartlar gibi kendisini sürekli yenilemelidir. Bu bakımdan Esasicilik akımının zıddı olan İlerlemecilik felsefesinin ilkeleri pragmatizm ile benzerlikler taşır. Deneme- yanılma yöntemi ve deney de sık kullanılan yöntemler arasında yer alır. 4- Daimicilik - Evrensel ilkelere dayalı eğitim felsefesi modelidir. Daimicilik akımında edebiyat, dil bilgisi, tarih ve felsefe gibi sözel ağırlıklı derslere öncelik verilir. Bu akımı destekleyen eğitmenlere ve düşünürlere göre, öğrencilere öncelikli olarak iş yaşamında ve sosyal hayatlarında yardımcı olacak bilgiler öğretilmelidir. Eğitim Felsefesinin Temel Kavramları Eğitim felsefesinin temel kavramları arasında üç yaklaşım modeli vardır. Bunlardan ilki ''Normatif'' olarak tanımlanır. Özellikle esasicilik akımının kullandığı bu modelin diğer adı Preskiptif'tir. Analitik yaklaşım ise Daimicilik ve İlerlemecilik disiplinlerinin temelini oluşturur. Çözüm odaklı bir eğitim sistemi ile istenilen başarıya daha kısa sürede ulaşılacağı görüşü esastır. Eleştirel yaklaşım ise en çok Yeniden Kurmacılık akımının kullanılır. Eğitim Felsefesi ve Temsilcileri Eğitim felsefecilerinin başında İngiliz Alfred North Whitehead yer alıyor. Aynı zamanda Süreç Felsefesinin kurucusu olan North Whitehead'in en ünlü eseri ''Eğitimin Amaçları Eğitimde Reform Çağrısı'dır.'' Yazar bu kitabında İngiltere'nin eğitim sistemini eleştirmiştir. Eğitim felsefesinin diğer temsilcileri ve en önemli eserleri şunlardır Bertrand Russell - Sorgulayan Denemeler - Bilimsel Bakış Barry Sanders - Öküzün A'sı - Nel Noddings - Eğitim Felsefesi
Eğitim ile ilgili söylenmiş Güzel SözlerİçindekilerEğitim ile ilgili söylenmiş Güzel SözlerAristo İnsanoğullarının yönetimi sanatı üzerinde düşünen herkes, devletlerin geleceğinin gençlerinin eğitimine bağlı olduğu konusunda ikna Twain Eğitimin yapamayacağı hiçbirşey yoktur. Hiçbir şey onun etki alanının dışında kalamaz. Kötü ahlakları iyiye çevirebilir; kötü ilkeleri yıkar ve yerine yenilerini koyar; insanları melekler seviyesine Einstein Bizi ilgilendiren konu yalnız barışı kurmanın ve korumanın teknik çareleri değil, aynı zamanda kafaları eğitmenin, aydınlatmanın North Whitehead Eğitim, ferdin yaşama sanatını idrak edebilmesi için, rehber Shaw Eğitim, meyvenin kendisi değil, bilgi ağacından meyve toplamaya yarayan bir Smiles İnsanlar birey halinde eğitilmelidir; çünkü ancak bireylerin tek başlarına yükselmesiyle, toplumların yeterli bir şekilde yükselmesi mümkün Kutub Bilginin gücüne inanıyorum, kültürün gücüne inanıyorum; ama eğitimin gücüne, daha çok Chan Hiç okula gitmedim. Babam da gitmemişti. O yüzden oğlumun çok iyi bir eğitim görmesini Senge İşleriniz iyi gidiyorsa eğitim bütçenizi iki katına çıkarın, işleriniz kötü gidiyorsa dört de La Rochefaucauld Allah herkese çeşitli kabiliyetler vermiştir, bunları kullanılır hale getiren Eğitim demek, vücutta ve ruhtaki güzelliği ve mükemmelliği son mertebesine kadar geliştirmek Brougham Eğitim görmüş bir halkı bir yöne sevk etmek kolay, sürüklemek güçtür; idare etmek kolay, köleleştirmek Roosevelt Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela de Montaigne Eğitimin insanı bozmaması yetmez, daha iyiden yana değiştirmesi Kemal Atatürk Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk Twain Her şeyin bir sınırı vardır. Demir cevheri eğitilerek altına Einstein Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın Terbiyenin gayesi, insanlarda bulunan kabiliyetleri Alighieri Eğitim, ekmek ve sudan sonra, halkın en zorunlu X Eğitim olmadan, bu dünyada hiçbir şey Braugham Eğitim, bir insanın dikdatör olmasına değil, önder olmasına İnsan eğitimle doğmaz; ama eğitimle Audemars En çok hürriyet nerede ise, en çok eğitim Eğitimin kökleri acı, meyveleri Yurt müdafaasının en emin ve en ucuz yolu, Franklin Eğitilmemiş deha, işlenmemiş gümüşe Mandela Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah İnsanoğullarının yönetimi sanatı üzerinde düşünen herkes, devletlerin geleceğinin gençlerinin eğitimine bağlı olduğu konusunda ikna Twain Eğitimin yapamayacağı hiçbirşey yoktur. Hiçbir şey onun etki alanının dışında kalamaz. Kötü ahlakları iyiye çevirebilir; kötü ilkeleri yıkar ve yerine yenilerini koyar; insanları melekler seviyesine Einstein Bizi ilgilendiren konu yalnız barışı kurmanın ve korumanın teknik çareleri değil, aynı zamanda kafaları eğitmenin, aydınlatmanın North Whitehead Eğitim, ferdin yaşama sanatını idrak edebilmesi için, rehber Shaw Eğitim, meyvenin kendisi değil, bilgi ağacından meyve toplamaya yarayan bir Smiles İnsanlar birey halinde eğitilmelidir; çünkü ancak bireylerin tek başlarına yükselmesiyle, toplumların yeterli bir şekilde yükselmesi mümkün Kutub Bilginin gücüne inanıyorum, kültürün gücüne inanıyorum; ama eğitimin gücüne, daha çok Chan Hiç okula gitmedim. Babam da gitmemişti. O yüzden oğlumun çok iyi bir eğitim görmesini Senge İşleriniz iyi gidiyorsa eğitim bütçenizi iki katına çıkarın, işleriniz kötü gidiyorsa dört de La Rochefaucauld Allah herkese çeşitli kabiliyetler vermiştir, bunları kullanılır hale getiren Eğitim demek, vücutta ve ruhtaki güzelliği ve mükemmelliği son mertebesine kadar geliştirmek Brougham Eğitim görmüş bir halkı bir yöne sevk etmek kolay, sürüklemek güçtür; idare etmek kolay, köleleştirmek Roosevelt Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela de Montaigne Eğitimin insanı bozmaması yetmez, daha iyiden yana değiştirmesi Kemal Atatürk Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk Twain Her şeyin bir sınırı vardır. Demir cevheri eğitilerek altına Einstein Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın Terbiyenin gayesi, insanlarda bulunan kabiliyetleri Alighieri Eğitim, ekmek ve sudan sonra, halkın en zorunlu X Eğitim olmadan, bu dünyada hiçbir şey Braugham Eğitim, bir insanın dikdatör olmasına değil, önder olmasına İnsan eğitimle doğmaz; ama eğitimle Audemars En çok hürriyet nerede ise, en çok eğitim Eğitimin kökleri acı, meyveleri Yurt müdafaasının en emin ve en ucuz yolu, Franklin Eğitilmemiş deha, işlenmemiş gümüşe Mandela Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir.
Bütün akılların cevabını aradığı, ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, yaratılış gayem nedir? gibi sorular, düşünceyi san'at edinmiş olan filozofların da zihnini meşgul etmiş, kimi imân, kimi de inkârla karşılık vererek bu sorulara cevaplandırmış, kimisi de bu tür meseleleri hiç düşünmemeyi yeğlemiştir. Âhiret mevzusu ve ölüm ötesi hayat üzerine fikir yürütme, umumi olarak Doğu felsefesinde daha çok ele alınmış, buna mukabil Yunan Felsefesi'nde ise, sahasının genişliğine ve meselelerinin kâinat ve kainat ötesini, görülenleri ve görülmeyenleri ihata etmesine rağmen, yeterince yer verilmemiş, dolaylı olarak değinilmiştir. Bu mesele, rûhun ebediliğine inanan Yunan filozoflarınca, sadece insanî nefs ve nefsin ebediliği mevzuları içinde ele alınmıştır[1]. Fîsagor, rûhun yok olmayacağını fakat tenasüh yoluyla başka varlıklara gireceğini ve böylece ardarda gelen yeni doğuşlarla rûhun temizleneceğini söylüyordu. Fîsagor kendisinin de tenâsüh geçirdiğini anlatmıştır[2]. Sokrat, bu meseleyi, üzerinde çok durduğu rûh hakkında konuşurken ele almıştır. Gerçi rûhun ebediliği konusunda Sokrat'ın sözleri her ne kadar açık değilse de, son günlerinde, Atinalı idarecilerin, hakkında verdikleri ölüm kararına aldırmamasından âhirete inandığı anlaşılmaktadır. Sokrat vefatı esnasında, talebelerine, rûhun ebediyetine inanmasını gerekli kılan sebepleri anlatarak şöyle demiştir "Varlıklarda başlangıçlarına dönüş vardır. Hayatı ölüm, ölümü de hayat takib eder..."[3] Eflatun da rûhun ebediliği meselesine büyük önem göstermiş, bu hususta deliller sıralamış, bu ihtimamı sebebiyle Eflatun-u İlahî lakabını almıştır[4]. İslam âleminde filozoflar içinde muallim-i evvel olarak tanınan Aristo'nun[5] âhirete dâir görüşü hakkında söylenenler çelişkilidir. Bazılarına göre, Aristo, rûh ve cesedi biribirinden ayrılmaz bir tek cevher saydığı, cesedin fenâ bulmasıyla rûhun da fenâ bulacağını iddiâ ettiği için, ölüm ötesi hayatı ve rûhun ölümsüzlüğünü inkâr etmiştir. Hatta bu yüzden bazı İslam âlimleri Yunan felsefesine düşman olmuş ve Aristo'yu ilhadla suçlamışlardır[6]. Bazıları ise, bu suçlamaların yanlış bir vehim olduğunu, Aristo'nun "Tabiatta mücâzât karşılık vacibtir" sözüyle âhirete inandığını açıkça ortaya koyduğunu söylemişlerdir[7]. Aristo'nun vefatı esnasında Sokrat gibi rahat bir tavır sergilediği, Hatta bu durumun talebelerinin dikkatini çekerek sebebini sordukları, onun da, rûhun ölümden sonra da baki kalacağını ifâde ettiği ve bu hususta deliler zikrettiği nakledilmektedir[8]. Rûhun bekasına inanan bazı filozoflar hariç, Yunan felsefesinin bütün devirlerinde âhireti inkâr etmenin hâkim olduğunu söyleyebiliriz. İlhad ve putperestlik damgasıyla damgalanmış bir felsefe için böyle bir durum garip değildir[9]. Ölüm sonrası konusu, Batı felsefesinde çok kere ya sadece ölümsüzlük, yahut da rûhun ölümsüzlüğü başlığı altında ele alınmıştır. İslâm düşünce tarihinde ise, duruma göre çok çeşitli tabirler kullanılmıştır Meâd, Ba'su ba'de'l-mevt, haşr, iâde, neş'e-i sâniye, hulûd, bekâ, bekâ-i rûh gibi... Bu ifâdeler haşr-ı rûhanî için olduğu gibi haşr-ı cismanî için de kullanılmıştır[10]. Rûhanî diriliş de olsa, Yunan filozoflarının olduğu gibi, Batı filozoflarının çoğunun yazdıklarında da, âhiret inancına dâir izleri fazla göremiyoruz. Herhalde bunun sebebini, içinde yaşadıkları maddeyi esas alan medeniyetlerinde aramamız gerekir. Zira çoğu yazar ve düşünür içinde bulunduğu medeniyetin ötesine gidemeyerek, o medeniyetin tesirinde kalmıştır. Batı medeniyeti özü itibariyle dünyacı bir medeniyettir. Temeli olan Roma ve Grek medeniyetlerinde esasen ölüm ülkesi hades olarak anılan âhiret, din hayatı içinde bile çok önemsiz bir yer tutuyordu. Bu âhiret bir nevi cehennem demektir... Grek medeniyetinin bu inancı rönesanstan sonra büsbütün yıkılmıştır. Hristiyanlık hadesin yerine onun zıddı gökler krallığını koymuştur. Yani bir nevi, Yunan medeniyetinin öte dünyası cennetsiz bir âhiret, Hristiyanlığınki ise cehennemsiz bir âhiret... Rönesans sonrası batı medeniyeti ise, bu ikisini de atarak âhiret, öteki dünya kavramıyla ilgisini kesmiş, bir nevi dünya uygarlığı olmuştur. Bunun için de, yetişen büyük zekalar yine bu sınırlar içinde kalarak âhiret fikrini ya rûhun içinde olup biten bir değişim ve bir vak'a gibi görmüşler veya onu toplumun rûhunda, insanlığın kaderinde yine bu dünya şartlarında olup biten mutlu veya karanlık bir metaformoz biçimine dönüştürmüşlerdir. İslam dışı inanış ve görüşlerde ölüm ve diriliş mefhûmlarıyla daha çok ya bir sınıfın, ya bir çağın sonu ifâde edilmiş, ölüm ve diriliş daha çok ya biyolojik, ya psikolojik veya sosyolojik ve tarihî ölüm ve diriliş olarak ele alınmıştır[11]. İnsanlığın düşünen kafalarının böyle bir gaflete düşmesinde maddî refahın ve insanın his ve latîfelerini iptal eden vesilelerin çoğalmasının büyük rolü olduğu açık bir gerçektir. Eski filozoflar içinde rûhun bekasıyla alakadar olan en meşhur filozof Eflatun olduğu gibi, sonrakiler içinde ve yakın tarihimizde ölüm ötesine ve rûhun bekasına inanan ve bu meselenin felsefesini yapan en meşhur batılı filozofların başında Kant, daha sonra Descartes bunların ardından da Leibniz ve Spinoza’gelir[12]. Kant akl-ı nazarî ile Allah'ın varlığını isbat etmenin zorluğunu izah ettikten sonra akl-ı amelî la raison pratique diye isimlendirdiği başka bir akıl ortaya atmış ve bununla vicdanı kasdederek, onun yardımıyla önce âhiretin varlığına, oradan da Allah'ın varlığına intikal etmiştir[13]. İslam filozofları ise, her ne kadar âhiret mevzusuna Kur'an'ın verdiği kadar önem vermemişlerse de, Batılılar'a nisbetle bu mevzu üzerinde daha fazla fikir yürütmüş ve hemen hepsi bu sahada bir şeyler söylemişlerdir. Bütün İslam filozofları meâd[14]'a öldükten sonra tekrar dirilme inandıklarını ifâde etmişlerdir. Nitekim bu inancın açık belirtilerini hepsinde görebiliriz. Onlara İslam filozofları denmesi de bu yüzdendir[15]. Gazalî'nin onları tekfir etmesi ise, cismanî dirilişi kabül etmedikleri iddiâsına dayanmaktadır[16]. İbn-i Sina, Şifa ve Necat isimli eserlerinde cismanî dirilişe inandığını fakat, bu nevi dirilişin aklen isbatının mümkün olmadığını söylüyor. İslam filozoflarının, daha çok rûhanî haşirle ilgilendiklerini, cismanî saadete önem vermediklerini ifâde ediyor. İbn Sina şöyle diyor "Bilmek gerekir ki, meâdın bir kısmı şeriatce naklolunmuştur ve ispatı ancak şeriat ve nübüvvetin getirdiği haberi tasdikle olur ki, bu kısım meâd, bedenin dirilişidir. Bedenin hayırları ve şerleri malûmdur, bildirilmesine ihtiyaç yok. Nebimiz, Efendimiz ve Mevlamız olan Muhammed bize getirmiş olduğu hak şeriat bedene dâir saadet ve şekavetin durumunu bize genişçe nakletmiştir. Meâd'ın diğer bir kısmı ise, akıl ve kıyas-ı bürhanî ile idrak olunabilen nübüvvetin de tasdik ettiği kısımdır ki, bu da kıyas ile sabit olan rûhun saadet ve şekavetidir -her ne kadar, zikredeceğimiz sebeplerden dolayı vehimler bu saadet ve şekaveti tasavvvur etmede yetersiz kalsa da-. İslam filozoflarının böyle bir saadete rağbeti, bedenî saadeti elde etmekten daha büyüktür. Hatta sanki onlar böyle bir saadet kendilerine verilse bile ona iltifat etmiyorlar ve böyle bir saadeti Cenab-ı Hakk'a yakınlaşmak olan saadetin yanında büyük görmüyorlar"[17]. Görüldüğü gibi bu ifâdeler açık bir şekilde ibn Sina'nın cismanî dirilişe de inandığını göstermektedir. Bunların, pek çok İslam kelamcısının ve mutasavvıfının sözlerinden fazla bir farkı yoktur. Bu kanaati belirtenlerin yanında[18], başka eserlerindeki ifâdeleri de dikkate alındığında, onun bu mevzudaki fikrinin müphem kaldığını söyleyenler de vardır[19]. Nitekim İbn Sinâ, meâd'a dâir farklı bütün görüşleri ele alıp değerlendirdiği risalesi el-Adhaviyye de, açık bir şekilde, rûhani dirilişi savunarak, cismanî diriliş hakkındaki bütün farklı görüşleri tenkid etmektedir. Cismanî dirilişin muhal olduğuna dâir görüşlerini arzettikten sonra şöyle diyor "Artık bu izahları, meâdı sadece beden için veya hem beden hem de rûh içindir diyenlerin çelişkilerini ortaya koyma hususunda yeterli sayabiliriz"[20]. Yine tenâsuh aleyhinde deliller serdederken de şöyle diyor "O halde meâd sadece rûh içindir"[21]. İbn Sinâ'nın eserlerinde görülen bu çelişkili ifâdeler farklı şekillerde yorumlara sebep olmuştur. Ülken, bu hususta şöyle diyor "... Bu tereddüt acaba fikirlerinin hayat boyunca gelişmesinden... kararsızlığından mı ileri geliyor? Feylesoflara veya mutasavvıflara hitap ederken söylediğini halka söylemekten çekindiğinden midir? Burada bu konuları kat'î olarak halletmek çok güçtür. Fakat muhakkak olan cihet şu ki, İbn Sinâ en mühim kitaplarda cismanî haşr meselesine temas etmiş ve bunu aklın nüfûz edemeyeceği ve yalnız şeriatin emri dahilinde kabul edilmesi gereken bir şey gibi müdafaa etmiştir. Bu bakımdan Gazalî'nin aynı delillere dayanarak onu Farabî ile bir safta tenkid etmesi pek de yerinde görünmüyor"[22]. el-Adhaviyye'nin muhakkiki Asî ise, bu eserin ortaya çıkmasıyla İbn Sinâ'nın cismanî diriliş hakkındaki fikrinin hiç bir şüpheye yer vermeyecek bir şekilde belirlilik kazandığını ifâde etmektedir[23]. Asî, diğer eserlerindeki aksi görüşlerin ise, eserlerini cumhûr ve havâs olmak üzere iki tâifeye hitab eder mahiyette ele almasından kaynaklandığını ve bu hususta İbn Sinâ Felsefesi hakkında araştırma yapanların ittifak içinde olduğunu söylüyor[24]. Cismanî dirilişi inkâr konusununda Farabî hakkında söylenenler daha da ileri derecededir. İbn Tufeyl'in Farabî'yi bu mevzuda şiddetli tenkidi, onun âhirete imânı hakkında insanı şüpheye düşürecek derecededir. Farabî'nin "insanın saadeti ancak bu dünyada olur" sözünü tenkid eden İbn Tufeyl şöyle diyor "Farabi bütün insanları Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmüş, faziletli kimseyle kötü kimseyi aynı derecede saymıştır. Zira, bunların hepsinin sonunun yokluk olduğunu söylemiştir. Bu söylenmeyecek bir zelle, kabul edilmeyecek bir hatadır"[25]. Ancak İbn Tufeyl Farabî felsefesi hakkında nakledilen şeylerde pek çok şüpheler olduğuna da dikkat çekiyor. Şöyle diyor "Farabî felsefesinde varid olan şeylerde pek çok şüpheler vardır. el-Milletu'l-Fadıla'da kötü rûhların bekasından ve nihâyetsiz elemlerinden bahsediyor. Siyaset-i Medeniyye'de ise, bu nevi rûhların yok olacaklarını, ancak fazıl ve kamil rûhlar için bekanın geçerli olduğunu söylüyor. Kitabu'l-Ahlâk'ın şerhinde ise, insanın saadetine dâir şeylerden bahsedip bu saadetin ancak bu dünyada olacağını söylüyor, daha sonra şöyle diyor Bunun dışında nakledilenler hezeyan ve hurafelerdir"[26]. Kezâ, Arâu Ehli'l-Medîneti'l-Fâdıla adlı eserinde de, ruhların ölümden sonraki durumlarını üç kısma ayırmış, bunlardan fadıl olanların ebedî saadette, fâsidlerin ebedî şekavette kalacaklarını, câhillerin ise yok olacağını söylemiştir[27]. Ülken, Farabî'nin rûhun ölümden sonra şahsî olarak bekâsının varlığı hakkındaki fikrinin müphem olduğunu söylüyor[28]. Görüldüğü gibi, Farabî'den nakledilen şeyler de, ibn Sina'da olduğu gibi, birbiriyle çelişiyor. Dolayısıyla kesin hüküm vermede fazla cüretkâr olmamak gerekir. İbn Rüşd[29] ise daha çok, Batılı filozoflar tarafından âhireti inkâr eden ve mülhid birisi olarak gösterilmek istenmiştir. Meşhûr hristiyan ilahiyatçısı Thomas Aquinas bu iddiada bulunanlardan birisidir. Halbuki İbn Rüşd dirilişi asla inkâr etmemiş, bilakis, öldükten sonra yeniden dirilmeyi inkâr edenleri zındık diye vasfetmiştir[30]. İbn Rüşd ikinci yaratılışın ilk yaratılıştan farklı, daha üstün bir tarzda olacağını söylemiştir. Bedenlerin diriltilmesinin ise, aynıyla değil, misliyle vuku bulacağını söylemiş, bu hususlarda Gazalî'yi tenkid etmemiş, bilakis onun görüşlerine iyi ceyyid diyerek istihsânda bulunmuştur[31]. Ayrıca, ifâdelerinden Gazalî'nin İslâm filozoflarının cismanî dirilişi inkâr ettiklerine dâir fikrine katılmadığı anlaşılmaktadır[32]. Rûh hakkında ise, Gazalî'ye reddinde şöyle demiştir "Rûh hakkında kelâm etmek çok zor ve ince bir iştir. Bu mevzuyu Allah, ilimde derinleşen kullarına has kılmıştır"[33]. Ancak, diğer filozoflarda olduğu gibi, İbn Rüşd hakkında da başka eserlerindeki fikirlerinden hareketle, değişik yorumlar yapılmıştır[34]... Netice olarak diyebiliriz ki, İslam filozoflarının hemen hepsi, rûhun ebediyyetine ve rûhanî haşre inanmışlardır. Cismanî haşir konusunda ise, farklılık arzeden ifâdelerinden dolayı kesin bir hüküm vermek güçtür.
Filozofların Hayatı , Görüşleri ve EserleriTHALES 624 ve öncesi dönemde yaşamış olan Anadolulu bir filozoftur. İlk filozof olarak kabul herhangi bir eseri olmamasına rağmen felsefenin ve bilimin kurucusu sayılır. Thales eski yunandaki yedi bilgeden hakkındaki bilgilere Heredot , Diogenes Leartios ve elde edilmiştir. HAYATIBilimin doğduğu düşünülen Miletos’ta doğmuştur. Diogenes Leartios ; Thales’in Miletoslu soylu bir ailenin oğlu olduğunu göre Thales 585 Mayıs 28 de gerçekleştiği kabul edilen güneş tutulmasını , önceden hesaplayıp haber vererek öncü bir rol ilkçağ yunan felsefesinin , aynı zamanda İyonyaMiletOkulu olarak bilinen 6. Yüzyılda ilk felsefe okulunu açmıştır. DÜŞÜNCELERİ Thales ilk unsurArkhe olarak su’yu görür, her şeyin temelini su oluşturur. Ona göre “toprak suyun üzerimde durur, dünya su tarafında taşınıyor , su dalgalandığı zaman dünyada sallanıyor ve insanlar da deprem olduğunu sanıyorlar.” Bu bakımdan Thales bir doğa filozofudur , doğa üzerinde ilk defa Thales konusundaki görüşlerini yine Diogenes Laertios aktarır . Thales öncelikle , öncesiz ve sonrasız bir Tanrı kavramından sözeder. Ona göre tanrı iyi ve adildir , insanlarda öyle alanında çığır açmıştır. Eski bir yunan bilginine göre , denizcilere kuzey takım yıldızlarından Büyükayı yerine Küçükayı’ya bakarak yön bulmalarını zamanda Mısırlılardan geometriyi öğrenip Yunanlılara teoremleri-Çap çember iki eşit parçaya ikiz üçgenin taban açıları birbirine doğrunun kesişme noktasındaki ters açılar birbirine çember üzerinde olan ve çapı g ören açı, dik ve buna komşu iki açısı verilen üçgen ile uğraşan ve gün dönümlerini önceden hesaplayan ilk astronom olmuştur. Ayın son gününe 30. Gün adını o içindeki mevsimleri de o bulmuştur, bir yılı 365 güne bölmüştür. Gölgemizin bizimle aynı uzunlukta olduğu zaman gözleyerek , piramitleri gölgelerine bakarak ölçmüştür. Aynı zamanda Nil nehrinin yükselmesinin rüzgara bağlı olduğunu Eseri olan Anaksimandros , ilk filozoflardan ikincisidir. Thales’ten sonra gelir ve onun öğrencisidir.“Doğa üzerine” adlı bir eseri olduğu söylenir ve bu konudaki ilk eser olma özelliğini taşır. Anaksimandros ilk güneş saatini bulduğu ve ilk haritayı çizdiği söylenir. Hocası Thales gibi o da doğa üzerine görüşler bildirir ve arkhe sorunu üzerinde durur. Ona göre ilk neden sonsuz ,sınırsız Apeiron olan bir “şey” olmalı , belirli bir şey olmamalı; çünkü belirli olan sonlu ve sınırlı olur, belirli olan karşıtı ile sınırlıdır Sıvı olan katı ile , karanlık olan aydınlık ile sınırlanmıştır. Her belli olan mutlak sınırlıdır, bunun için arkhe sonsuz olmalıdır, var olan her şey varlığını bu ilkeden denen sonsuz sınırsız şey deneyimlerden elde edilen maddi şeylerin ötesinde , algılanamayandır; Apeiron yaratılmamıştır , yok olmayacaktır , onun hareketi de kendisi gibi öncesiz ve sonrasız olduğundan ,bu hareket sonucu belli tözlerin ayrışmasıyla varlıklar meydana gelmiştir. Anaksimandros’a göre Dünye evrenin merkezindedir ve hiçbir şeye dayanmadan duran bir silindir gibidir , bu şekilde evren tasarımını ilk olarak ortaya atan kişi Anaksimandros’ öğrencisi olan Anaksimandros tarihsel kaynaklara göre düşüncelerini ilk kaleme alan filozoftur ve eseri grek dilinde düzyazı olarak kaleme alınmış ilk sadece bir cümlesinin günümüze ulaştığı söylenir.söz konusu cümlede su ve ateş gibi tözlerin ortaya çıkışı ,haksızlıkların cezalandırdığı insan toplumundan elde edilen mecazlarla ne sıcak ne de soğuk süreklidir , her ikisi de aralarındaki dengeyi korumak için ödün verirler. Anaksimandros hem bir doğa filozofu hem de bir doğa araştırıcısıdır. Birçok kişi tarafından astronominin kurucusu sayılır ve ilk kez kozmoloji ya da sistematik felsefe görüşü geliştiren kişidir. Felsefede “arkhe” terimini ilk getiren Doğa ÜzerineANAKSİMENES 588-524Millet okulunun üçüncü ve sonuncu düşünürüdür. Thales , değişmeyen ilkenin su olduğunu söylerken, Anaksimenes ana madde olan arkhe şeyin hava olduğunu ileri sürmüştür. Hava hem sıkışan hem de genleşen bir şey olmakla , evrendeki her şeyi bu sıkışma ve genleşme sonucu meydana gelmiştir. Anaksimnes’in arkhe olarak öne sürdüğü hava , ona göre sürekli bir hareket ve d yüzdende canlı değişim durumundadır ve bu yüzden de canlı varlıklardaki hayat belirtisi ve hareketin sebebidir. Anaksimenes dinin de etkisinde kalarak insanın aldığı nefesle ruhu bir ve aynı saymakla , küçük evren olan insanla büyük evren olan kainatın aynı ruhu taşıdığını söylemiş olmaktadır. O bunu şöyle ifade eder.”Nasıl hava olan ruhumuz bizi hükmü altında bir arada tutuyorsa , bütün kozmosu da soğuk hava öylece sarıp tutar”. Bundan her şey havadan geldiği gibi yeniden havaya döner. Anaksimnes de öncülleri gibi panteisttir . Çünkü varlığın ana maddesi olarak havayı aer Tanrı olarak düşünmektedir. Havayı ve Tanrıyı insanın ruhu gibi evrenin de ruhu olarak göre bizi ayakta tutan ,canlılığımızı sağlayan nefesimiz, havadan ibarettir, böylece ruh kavramını ilk defa ortaya çıkaran ay tutulmasını da ilk olarak doğru açıklamasını az çok geçerliliği olan depren teorisi de kayda değer bir okulunun son filozofu olan Anaksimnes , Anaksimandros’un göre -Yeryüzü tepsi şeklindedir , yassılığından dolayı havanın üzerinde durur-Yıldızlar ise yeryüzünün altında değil ,gökyüzüne çivi gibi çakılıdırlar ve dünyanın etrafında bu şekilde bir yaprak gibi Doğa üzerine Anaksimandros’un eseriyle aynı ismi taşırSOKRATES Yunan felsefesinin ustası Sofroniskos ile ebe Fenarete’nın oğlu olan Sokrates’in tam olarak kim olduğu başlı başına bir felsefi kişisel ve felsefi yönü üzerinde pek çok kişiPlaton,Aristo, Aristofanes,Ksenofon pek çok öykü anlatmış ve bilgi edebi verimin yüksek olduğu bir dönemde hiçbir şey yazmadığı gibi , Profesyonel olarak öğretmenlik yapan “bilgi hocalarının” ortaya çıktığısofistler bir dönemde öğretmenliği resmi bir meslek olarak Atina’da geçmiştir, sadece üç defa Atina’dan ayrıldığı söylenir. Birincisinde askerlik görevinden dolayı. İkincisinde Delfi’ye gidip biliciye danışmak ve son defa orada üzerinde “kendini bil” sözünün yazılı olduğu Apollon tapınağını görmek için bu kentin dışına insan felsefesine yoğunlaşmış bunun için ahlak felsefesinin değer öğretisinin kurucusu sayılır. Sokrates’ten geriye kalanlar bir öğretiden çok, bireylerin bilinçlerine , kendi özlerinin ne olduğunu göstermeye , onların kendilerini tanımalarını sağlamaya önceleri doğa bilimleriyle , özellikle canlı varlıkların çoğalması ve kaybolup gitmesi gibi problemlerin üzerinde araştırmalar yapmıştır. Bu uğraşısı onu matematiği ve doğa filozoflarının dünyayla ilgili öğreti ve de görüşlerini incelemeye bilgiyi aşma ve şeylerin gerçek bilgisine ulaşma isteği ile , bireylerin davranışlarında ve yaşamlarında temel aldıkları inançları sorgulamaya yöneldi. Sokrates , inançlarını ayırım gözetmeksizin yadsımak için toplumun bütün kesimlerine seslendi ;bu tutumu da şiddetli tepkilerle karşılaşmış ve trajik bir biçimde ölümüne neden her türlü edinilmiş bilgiyi yadsıyan bir düşünceden yola çıkan yöntemiyle , yani diyalog sanatı ya da diyalektikle , insanlara , bilgiye sahip olduklarını sandıklarını, oysa sahip olmadıklarını ironi alaysama yöntemiyle karara varmak gerektiğinde , çaresiz kalan muhatapları, kendisinden , sorunla ilgili düşüncelerini aktarmasını talep ettiklerinde , Sokrates filozofça geri çekiliyor, bu da genellikle muhataplarının öfkelenmesine neden dönemin Atina’daki düşünürler Sokrates’in halkı toplayıp, ders vermesini hoş karşılamıyor ve Sokrates’in mevcut bilgilerin yanlış olduğu söyleminin halkı yoldan çıkardığı fikrini yayarak , onu mahkemeye yargılanır ve suçlu bulunur, idam cezası onaylanmadan önce , hakim Sokratese söz konusu sözlerin kendisine ait olamadığını, söyler yalanlarsa , idam kararını bozacağınımsöyler. Sokrates teklifi ki “ben söylemedim dersem , düşüncelerimin insanlar için hiçbir önemi kalmaz. Beni idam edin, çünkü idam ederseniz , düşüncelerim sizin sayenizde bütün dünya insanlarına yayılacak ve binlerce yıl sonra Sokrates ismi biliniyor olacak”der. Hakim idam iptali şartını yineler ve Sokrates “Evet , ben bunları söyledim, düşüncelerimin ,hayatım pahasına arkasındayım “der ve affı tekrar cezası zehirlenerek öldürülmektir. O zehrin başkası tarafından verilmesini reddeder ve baldıran zehrini kendisi içerek onurlu bir şekilde yaşamına son son günü Platon tarafından phaidon adlı diyalogunda yaşamının son gününü dostları Kebes ve Simnias ile ruhun ölümsüzlüğü üzerinde konuşarak baldıran zehrini içtikten sonra yatağına uzanır ve hakka yürümeyi beklerken , son sözleri şunlar olmuştur.”Krito, Aeskulapius’a bir horoz borçluyuz ; onu sakın unutma öde “. Bu arada zehir bedenine hızla yayılıyordu , çevresindeki dostlarına “artık bedenimi hissetmiyorum” diyerek vedalaşırcasına herkese sırasıyla göz gezdirir, bu arada zehir yüreğine ulaşır büyük bir sarsıntı geçirerek ölür. Hemen yanındaki Krito Sokratesin ağzını ve gözlerini entelektüel Atinalılar’ın yaptığı gibi baskılardan kaçmayıp, tiranların idaresinde yaşadı. Sivri dilinden dolayı Tiranlar tarafından ölüme mahkum mahkemede , yargıçlara karşı af dilemeyi değil , fikirlerini Atinanın kutsal günü olduğu için atıldı ,orada öğrencileriyle sohbetler etti , kaçırılması teklifini geri çevirdi; çünkü kaçsaydı hain ve suçlu olarak görülecekti , bitkilerden oluşturulmuş baldıran zehrini içerek öldükten sonra Atinalılar hatalarını fark ettiler. Kendisini dava edenlerden birisini yargılayıp idam ettiler , diğerini sürgün büstünü yapıp Atina Tapınağına koydular. Davayı baştan sona izleyen öğrencisi Platon, savunmasını Sokratesi’in savunması adı altında kitaplaştırdı ve bu eseri günümüze kadar orijinalliğini koruyarak gelmiştir. ÖĞRETİSİ Sokrates bilgi konusunda doğuştancıinneist dır. Ona göre bilgiler doğuştan gelir, akıl bilginin taşıyıcısıdır. Bu görüşüyle onun rasyonalizmin temsilcisi olduğu göre öğretmen öğrencisine yeni bir şey öğretmez , sadece aklında var olanları hatırlatır. Bu hatırlatmayı da Maiotikdüşünce doğurtmayöntemi ile böylece kesin ve genel geçer bildinigilerin var olduğunu ve bilginin doğuştan geldiğini ahlak konusunda yine bilmeyi temele alır .Ona göre hiç kimse bilerek kötülük yapamaz , kötülük olsa olsa bilgisizlikten gelir, birey kendisini tanıdığı sürece bilgilerinin farkına varacak ve bu ilke doğrultusunda hareket edecektir. Ona göre erdem ile bilgi aynı şeydir, ancak doğru bilgi doğru eyleme götürür ve “kendini bil” Eseri yoktur. PLATON EFLATUN 427-347Aristokrat bir ailenin çocuğu olan Platon 427 yılında Atina’da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. Sokrates’in öğrencisi olan Platon , Sokrates’in ölümüne kadar 8 yıl öğrencisi ölümü üzerine Megara’ya gitmiş, oradan Mısıra daha sonrada pythagorasçıların etkinliğinin hüküm sürdüğü Sicilya’ya İtalya geçmiştir. Yaklaşık 10 yıl sonra tekrar Atina’ya dönmüş ve Ünlü okulu olan Akademiyi kurmuş , dersler vermeye başlamıştır. 81 yaşındayken 347 de ölmüştür. ÖĞRETİSİPlaton’un felsefesi , ilk ciddi sistematik felsefe girişimi olarak kabul edilmektedir. Platon , tüm felsefesinin temelini “idealar kuramı” ile atmış ve bütün öğretilerini bu kurama dayandırmıştır. Platon için idealar gerçekliği temsil ederken , gerçek alem bu dünyadaki nesneler de yalnızca birer yansımadan , gölgeden ibarettir. Platon idealar alemine iki biçimde gitmeye çalışır Birincisi Sokrates’in kavramının tözleştirilmesi , ikincisi de anlıkta bulunan ve duyuların ötesine geçen matematik alemi ancak idealar aleminin bir kopyası olduğu için , Platon için fazla değer taşımaz. “Varlık nedir”? sorusu Platon felsefesinin temel noktasını oluşturur ve cevap olarak da varlığın “idea” olduğu görüşü yerleştirilir. Platon idealara yükselmek için bu dünyanın bir basamak olduğunu “hades” denen diğer dünya hayatıyla olan ilişkinin bir hatırlama dolayısıyla ruh tarafından gerçekleştirildiğini felsefesinde idealar ontolojik , teleolojik ve lojik olmak üzere üç anlama sahiptir. Ontolojik yönü kendinde varlığı , gerçek varlık olan ideal formu temsil eder. Bir şey, ideanın ona katılmasıyla o şey her ne ise o şey göre gerçekliği olmayan ve bu yüzden de gerçekliği akılla değil de duyular ve arzularla kavranılan varlıklardan oluşan doğa veya evren , idealar dünyasının kopyasıdır. Nesneler dünyasının varlığı bir sanıdan ibaretken , gerçek varlığın bilgisi , varlığın varoluş sebebi olan idealar alemidir. İdealar dünyasındaki varlıkların bilgisine yalnızca bilge insanlar göre idealar değişmediği halde , duysal dünya sürekli bir değişim içindedir. İdeaların tam ve eksiksiz oluşuyla duyusal evrenin eksikliklerle dolu oluşu ve bir görüntüden ibaret olmasından dolayı Platon aradaki uyumsuzluğu her iki evrende izler taşıyan bir madde ile aşmaya çalışmaktadır. Bu madde görünmez , meydana gelmiş tüm şeylerin nedeni olan , tüm evrenin temelini oluşturan eserleri zaman içinde şu şekilde gelişme göstermiştir. Gençlik Dialogları Apologia , Kriton ,Protagoras , İon , Lakhes ,Politeis I, Kharmides , Lysis , Euthyphron Geçit DialoglarıGorgias , Menon , Euthydemos , Küçük Hippias , Kratylos , Büyük Hippias , Menexenos Olgunluk DialoglarıSymposion , Phaidon , Polteia II , Phaidros. Yaşlılık DialoglarıTheaitetos , parmenides , Sophistes , Politikos , Philebos,Timaios, Kritias,Nomoi Bu konunun devamı Merve Güç tarafından yazılacaktır , kendilerine teşekür ediyoruzFİLOZOFLAR VE ESERLERİ KONULU YAZIMIZ TAMAMLANMAMIŞTIR YAKINDA TAMAMLANACAKTIRAnahtar KelimelerFilozofların Hayatı , Görüşleri ve Eserleri indir download thales anasimandros kimdir anaximandros yaşadığı yüzyıl hakkında herşey ilk felsefe okulu tüm ilk çağ filozofları iyoniya yunan düşünürler yaşamı yaşadığı doğduğu yerler ilgi alanları anadolu filozofu platon sokrates doğa düşünürleri
Antik Çağdan modern zamanlara kadar birçok öncü bilim insanı ve düşünür, sıra dışı fikirleri yüzünden içinde büyüdükleri toplum tarafından dışlandılar, sorgulandılar, yargılandılar hatta bir kısmı feci şekilde olmak üzere öldürüldüler. Aşağıda, kendilerini aydınlatan büyük beyinlere zarar veren talihsiz toplumların hikayelerini okuyacaksınız. 1 Sokrates Sokrates MÖ 469 – MÖ 399 yıllarında Atina’da yaşamış olan bir Yunan filozofudur. “Kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim” onun insanlara nasıl faydalı olabileceğini gösteren sözlerinden sadece birisidir. Sokrates, Atina’nın toplanma mekânlarında gezinerek her meslekten insana, işlerine ve fikirlerine dair sorular sormuş, kendi yaşamlarını sorgulamaları, kendilerini tanımaları için onlara bir vesile olmak istemiştir. Üstelik sık sık “Kendini tanı” söylemi ile insanlardaki öz benlik duygusunu açığa çıkarmak istemiştir. Bunun yanında kendini tanımaktan maksat insanın içe bakışta kaybolması değildir, bu, insanın yeteneklerinin ve sınırlarının bilincine varmasıdır. “Ne kadar az bildiğinin bilincine var!” Fazilet ruhun güzelliğidir. Ne yazık ki, Platon’un “Sokrates’in Savunması” adlı eserinde anlattığı kadarıyla, Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak, onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanmıştır. Böylece bu suçlamalar sonucunda ölüme mahkûm edilmiştir. Rivayete göre, ölmeden birkaç saat önce vedalaşmak için eşi yanına gelir. Eşi bu sırada ağlar ve “Ah, bu kötü adamlar seni haksız yere öldürecekler” der. Sokrates ise karısına şöyle cevap verir “Evet, haksız yere öldürecekler, haklı yere öldürseler daha mı iyiydi?” Sokrates, ardında yazılı bir kaynak bırakmamıştır. Yaşamı ve düşünceleri ile ilgili bilgiler Platon ve Ksenophon gibi ardıllarının yazdıkları ve Sokrates’in ölümünden on beş yıl sonra dünyaya gelen Aristoteles’in dolaylı anlatımlarıyla günümüze ulaşmıştır. Sokrates ile ilgili diyaloglarda Sokrates’in içindeki tanrısal sesten vicdanın sesi/daimon bahsedilir. Bu güç ona ne gibi davranışlardan kaçınması gerektiği konusunda ilham vermektedir. Sokrates’e ilişkin bilgilerin büyük çoğunluğu Platon’un yazılarından elde edilmektedir. Sokrates kendini bilmenin güçlülüğünü bilen ama bunun önemli ve mümkün olduğunu da hatırlatan önemli bir düşünce insanıdır. O, erdemi söylemlerine uygun yaşayarak göstermiş bir filozoftur, bir aydındır. Ancak Sokrates hayatı boyunca inandığı ve taviz vermeden savunduğu düşünceleri uğruna ölüme gitmiştir. 2 Hypatia Hypatia 370-415 yıllarında yaşamış filozof, matematikçi ve astronomide başarılı bir bilim insanıdır. Dönemin ünlü matematikçisi Theon’un kızıdır. Hypatia, Atina’da eğitimini aldıktan sonra 400 yılına doğru İskenderiye’ye dönmüş ve İskenderiye Kütüphanesi’ndeki Platon Okulu’nda dersler vermeye başlamıştır. Hypatia bu okulda, içerisinde Hristiyanlık, Paganizm ve Musevilik gibi birçok inanca sahip öğrencisine Platon ve Aristo’nun öğretilerini kazandırmıştır. Bu öğrencileri arasında ileride İskenderiye valisi olacak olan Orestes ve Ptolemais’in piskoposu olacak olan Synesius da vardır. Resim 2. Hypatia’nın İskenderiye şehrinde öldürülmesini gösteren bir çizim Üstelik Hypatia, Roma’nın yavaş yavaş çökmeye başladığı, karmaşık bir dönemde yaşamıştır. Bu dönemde genel eğitim seviyesi çok düşüktür, bilgiye ulaşmak zahmetlidir, mesafeleri aşmak çok zordur. Kısacası bu dönem ortaçağın göbeğidir ve Hypatia bilime yaptığı katkılarla o döneme ışık olmuştur. Doğayı mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalışmıştır. Hypatia, matematik ve astronomi ilgili kitaplar da yazmıştır. Bu eserlerinden birinin adı “Astronomik Kanun”’dur. O, eski olarak adlandırılan bilgileri yeniden açığa çıkarmış ve bunları yeniden aralıklarını, yıldızların yüksekliğini ve dolayısıyla açılarını ölçmeye yarayan usturlap ve sıvıların göreceli yoğunluğunu belirlemeye yarayan hidrometre gibi tarihi bilimsel aletler icat etmiştir. Hatta Kopernik’in güneş merkezli evren modelini ortaya koyarken Hypatia’nın varsayımlarından ilham aldığı söylenmektedir. Hypatia cinayetinin ayrıntılarını kesin olarak bilemesek de politik olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira Hypatia, İskenderiye’de Hristiyanlar ile Hristiyan olmayanlar arasındaki gerginlik ve çatışmaların öne çıkan isimlerinden biridir. Şehrin pagan valisi Orestes’in himayesindedir. Valiyle beraber birçok soylu ve zengin kişi, o dönemde Hypatia’nın felsefe ve matematik derslerini takip etmektedir. İskenderiye piskoposu Cyril tarafından şeytan veya cadı olduğu ilan edilmiş ve İncil’den ayetler gösterilerek halk Hypatia’ya karşı kışkırtılmıştır. Savunmasız bir halde okulun kapısında yakalanıp, taşlanıp, işkence ve linç edilerek 45 yaşında öldürülmüştür. Cinayetin ertesinde Cyril, kilise tarafından aziz ilan edilmiştir. Hypatia’nın bütün eserleri de yok edilmiştir. Tarihçi Socrates Scholasticus bu cinayeti şöyle tasvir eder “Hypatia’yı iki tekerlekli bir at arabasından zor kullanarak indirdiler, Caesarium adını verdikleri kiliseye götürdüler ve şiddet kullanarak soydular. Sonra yüzünü tahrip ettiler ve son nefesini verene kadar ellerindeki keskin deniz kabuklarıyla vücudunu parçaladılar. Sonra bedenini dört parçaya ayırdılar ve bu dört parçayı Cinaron diye adlandırdıkları yere götürdükten sonra yakıp kül ettiler.” Damascius, Scholasticus’un söylediklerine şunu ekler “Hypatia’nın gözlerini çıkararak kör ettiler.” 3 Pisagor Pythagoras Pisagor, Pythagoras Yunanca Grekçe Πυθαγρα, MÖ 570 – MÖ 495 yılları arasında yaşamış olan İyonyalı filozof, matematikçi ve Pisagorculuk olarak bilinen akımın eğitimini tamamlayan Pisagor insanlığın ilk felsefecisi olarak bilinen Thales’in tavsiyesi üzerine Mısır ve Babil’e gidip fen ve din alanında eğitim almıştır. Mısır’da rahiplerden ve kahinlerden aldığı eğitim sonrasında savaşın çıkmasıyla Babil’e geçmiştir. Babil’in matematik bilimleri ile ünlenmiş bir yer olması Pisagor’un çok işine yaramıştır. 34 yıl boyunca kendisini öğrenmeye adayan Pisagor, ülkesine döndüğü zaman dersler vermeye başlamıştır. Fakat iktidarın baskıcı tavırlarından dolayı 529 yılında Yunanlıların yaşadığı bir kıyı kenti olan Güney İtalya’da Croton’a göç etmek zorunda kalmıştır. Resim 3. Ressam Raffaello Sanzio tarafından çizilen tabloda Pisagor Tamsayıların egemenliğinin sonu ve Matematik ilminin atası sayılan Pisagor, matematiksel ispat düşüncesini ortaya atan ilk bilim insanıdır. Ona göre aksiyomlar her şeyin temelidir. Pisagor’un en önemli buluşu ve kendisini tanınır kılan görüşü ise Pisagor Teoremi’dir. Ayrıca Pisagor, Dünya’nın yuvarlak olduğunu iddia eden ilk bilim insanıdır. Akşam ve sabah yıldızı olarak adlandırılan yıldızların da Venüs gezegeni olduğunu keşfetmiştir. O dönemlerde hakim olan Güneş’in Dünya etrafında döndüğü görüşüne de karşı çıkmıştır ve Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü savunmuştur. Ancak bu görüşüyle çok sert tepkiler alması sebebiyle bu düşüncesini resmi olarak açıklamamıştır. Kaşif, kahin ve bilim insanı gibi unvanlara sahip olan Pisagor, Croton kentinde kısa sürede ünlü biri haline gelmiştir ve kendi okulunu kurarak 300 öğrenci toplamıştır. Bu okulda bilimsel ve dinsel öğretiler yer almıştır ve okulda iki farklı grup var olmuştur. Kendilerini “matematikoi” adını vermiş üst düzey kişilerden oluşan bir grup ve öğrencilerden oluşan diğer gruptur. Pisagor ve takipçileri sayıların olağanüstü bir düzene sahip olduğunu savunmuşlardır. Bu mükemmellik de altın oranın bir yansımasıdır. Bilimsel felsefe adına kurulan bu okulun din ve bilim üzerine yaptığı çalışmalardan rahatsızlık duyan halk okulu ateşe vermiştir. Pisagor ve öğrencileri diri diri yanarak hayatlarını kaybetmişlerdir. Pisagora ve oluşturduğu ekole ait birçok belge de bu yangında yok olmuştur. Bu yüzden Pisagor ile ilgili çok az bilgi günümüze kadar ulaşmıştır. 4 Nicolaus Copernicus Kopernik Nikolas Kopernik 19 Şubat 1473, Toruń-24 Mayıs 1543, Frombork, Prusya İmparatorluğu’na bağlı Ermland Derebeyliği’nde Katolik piskopos danışmanı, boş zamanlarında matematik, astronomi ve harita bilimi ile meşgul olan bir bilim insanıdır. Resim 4. Astronom Kopernik veya Tanrı ile sohbet, Matejko’dan, Arka planda Frombork Katedral’i “Coelestium” Göksel kürelerin devinimleri üzerine başlığını taşıyan başyapıtında Güneş Sistemi’nin tarifini yapmış, gezegenlerin güneşin merkezde olduğu sabit yörüngeler üzerinde hareket ettiğini kabul eden günmerkezlilik yasasını savunmuştur. 1543 yılında, Kopernik’in ölümünden kısa bir süre önce, yayımlanan bu kitap, “Kopernik Günmerkezliliği” denilen astronomik modelin başlangıcını oluşturmakta ve modern astronomik ve bilimsel gelişmelerin başlangıç noktası olarak gösterilerek bilim tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Kopernik, “Gök Cisimlerinin Devinimi Üzerine” adlı eserini 1530 yılında tamamlamıştır. Ancak bu eserini, çevresindekilerin yoğun baskısı üzerine on yıl sonra, yani ömrünün sonlarına doğru yayınlayabilmiştir. Kitabını, Papa III. Pavlus’a ithaf ederken, bu eseri yıllar boyunca neden yayınlamaktan kaçındığını da açıkça ifade etmektedir “Çok Kutsal Babamız, sanıyorum ki “Gök Cisimlerinin Devinimi Üzerine” adlı bu kitabımda Dünya’nın hareket ettiğini öne sürüyor olduğumu öğrenen bazı kimseler, böylesi görüşleri savunduğum için derhal sahneden kovulmam gerektiğini ilan edecektir… Dolayısıyla Dünya’nın hareket ettiğini ispat etmek üzere kâğıda döktüğüm bu düşüncelerimi yayınlamanın mı daha doğru olacağı, yoksa felsefi gizemlerini yalnızca kendilerine en yakın kimselerle paylaşan, üstelik bunu da yazılı metinler aracılığıyla değil, kulaktan kulağa anlatarak yapan Pisagorcular gibi davranmanın mı doğru ola cağı konusunda tereddütte kaldım… Yeni ve [sözde] garip olan görüşüm sebebiyle alaya alınacağımdan korktuğum için bu eseri yayınlamaktan neredeyse büsbütün vazgeçecektim.” Kopernik’in bu ithaf yazısını kaleme alışından tam altmış yedi yıl sonra Galileo’nun, Kepler’e yazdığı bir mektupta, Kopernik’in görüşlerini açıkça desteklediği çalışmalarını yayınlamak konusundaki çekincesinin sebebini izah ederken, Kopernik gibi Pisagorcuların gizlilik üzerine kurulu tarikatlarına hayran olmamakla beraber, Kopernik’in kullandığı “sahneden kovulma” ifadesini kullanmış olması oldukça ilginçtir. Gerek Kopernik’in gerekse Galileo’nun, eserlerini yayınlamaktan kaçınmalarının, kilisenin göstereceği olası bir tepkiden korkuyor olmalarından kaynaklandığını gösteren herhangi bir delil yoktur. Ne de olsa Kopernik başyapıtını Papa’ya adamıştır. Üstelik eserlerini yayınlamak konusunda ikna edilmesinde etkili olan kişilerden biri de, art arda üç papanın sırdaşı olmuş ve Kopernik’e 1 Kasım 1536’da Roma’dan yazdığı mektupta, “Bütün içtenliğimle keşiflerinizi eğitimli kimselere açıklamanızı ve evren konusundaki kuramlarınızı en kısa zamanda tarafıma iletmenizi rica ediyorum” diyebilen Kardinal Schoenberg’dir. Eserini yayınlaması konusunda Kopernik’i gerçek anlamda ikna edense Wittenberg Üniversitesi’nde Matematik ve Gökbilim Profesörü olan Protestan akademisyen Georg Rheticus 1514-74 olacaktır. Bunun yanında eserin oldukça kabaca yazılmış orijinal elyazmasını elden geçiren, çok sayıda düzeltme yapan ve sonunda Danzig’de basılmasına ön ayak olan da Rheticus olmuştur. 5 Galileo Galilei Galilei, 1564’te İtalya’nın Pisa şehrinde doğmuştur. Dönemin tanınmış müzisyenlerinden Vincenzo Galilei’nin oğlu olan Galileo, ilk tahsilini Floransa’da yapmıştır. 1581’de Pisa Üniversitesi’nde tıp tahsiline başlamıştır. Ancak parasızlıktan okulu terk etmek zorunda kalmıştır. 1583’ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galileo, bu konudaki çalışmaları sayesinde, 1589’da Pisa’da profesörlük elde etmiştir. 1610’da Ay’daki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayımlamıştır. Bu arada Jüpiter’in dört uydusunun varlığını da bildirmiştir. Bu çalışmaları çok ilgi uyandırmıştır ve Floransa’da saray matematikçisi olmasını sağlamıştır. Hemen sonra Venüs gezegeninin Tayyipleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy Batlamyus sistemini de tartışmaya açmıştır. Daha sonra 1611’de Roma’ya gitmiş ve oradaki Bilim Akademisi’ne üye seçilmiştir. Floransa’ya dönüşünde ise hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613’te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınlamıştır. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etmiştir. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna da uğramıştır. 1615’te bizzat Roma’ya giderek bu iddiasını savunmuştur. Ardından, 1616’da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kurulmuştur. Bu komisyon Galileo’nun kitaplarını yasaklamamış ancak Dünya’nın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istemiştir. Resim 5. Cristiano Banti’nin 1857 yılında resmettiği Galileo’nun Roma engizisyonu ile yüzleşmesi Galileo, bir müddet bilimin pratik yönüne dönmüş ve mikroskobu geliştirmiştir. Ancak 1618’de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle tekrar münakaşaya girmiştir. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar” adlı eserini 1632’de yayınlamayı başarmıştır. Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentileriyle Roma’da mahkemeye çağrılmıştır. 1633’te bu kitap yasaklanmış ve Galileo, Kutsal Engizisyon’ca müebbet hapse mahkum edilmiştir. Nitekim, cezası kendi evinde göz hapsine çevrilmiştir. Yetmiş yaşında hapsedilen Galileo kör olmuş ve 1642 yılında hayatını yitirmiştir. 6 Antoine Lovoisier Antoine-Laurent Lavoisier d. 26 Ağustos 1743, Paris–ö. 8 Mayıs 1794, Paris Fransız bir kimyacıdır. Parisli zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Daha küçük yaşında iken annesini yitiren Lavoisier, babasının yakın ilgi ve bakımıyla büyümüştür. Başlangıçta belki de onun etkisiyle, hukukçu olmaya yönelmiştir. Ancak bu arada içinde uyanan deneysel bilim merakı, çok geçmeden bir tutkuya dönüşmüştür. Yirmi bir yaşına yeni bastığında, Paris’in sokaklarını aydınlatma proje yarışmasında birinciliği almış ve Fransız Bilim Akademisi’nce altın madalya ile ödüllendirilmiştir. 25 yaşına geldiğinde ise özellikle kimya alanındaki çalışmaları göz önüne alınarak akademiye üye seçilmiştir. Bu arada hükümetin özel bir komisyonunda görevlendirilen genç bilim insanı, metrik sistemin oluşturulması, Fransa’nın jeolojik haritasının çıkarılması gibi etkinliklerden tarımda verimin yükseltilmesine uzanan pek çok uygulamalı bilim çalışmalarını düzenlemiştir. Ayrıca o sırada bir tür abluka altında olan ülkesinin savunma ihtiyacı olan barutun da retim sorumluluğunu üstlenmiştir. Genç bilim insanı, bu kadarla da yetinmeyip ileride yaşamını yitirmesine yol açan bir işe, ülkenin bozuk vergi sistemini düzeltme işine de el atmıştır. Ancak tüm bu uğraşlarına rağmen Lavoisier, kendisini asıl ilgilendiren bilimden kopmamıştır; her fırsatta özel laboratuvarına çekilip deneylerini sürdürmekten geri kalmamıştır. Resim 6. “Mösyö Lavoisier ve Karısı” adlı portre 1794’te solunum üzerinde deneylerini yaparken, Lavoisier, Devrim Mahkemesi önüne çağrılmıştır. İki suçlamaya hedef olmuştur Devrim karşıtı olarak karalanan aristokrasiyle ilişkisi ve vergi toplamada yolsuzluk. Zira Lavoisier topladığı vergilerin küçük bir bölümünü laboratuvar deneyleri için harcamıştır. Lavoisier’yi kurtarmak için dostları mahkemeye koşmuştur ancak tanık olarak bile dinlenme gereği duyulmamıştır. “Yurttaş Lavoisier’in çalışmalarıyla Fransa’ya onur sağlayan büyük bir bilgin olduğunda hepimiz birleşiyor, bağışlanmasını diliyoruz” dilekçesiyle başvuran günün seçkin bilim insanlarına, yargıcın verdiği yanıt kesin ve çarpıcıdır “Cumhuriyet’in bilginlere ihtiyacı yoktur!” Galileo yaşamının son on yılını Engizisyon’un göz hapsinde geçirmiştir. Lavoisier’in sonu ise daha acıklıdır. O, 51 yaşında iken, “devrim” adına giyotine maruz kalmıştır. Lavoisier, boynunun vurulmasını beklerken kitap okuyordur. Cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde, Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için okuduğu kitabın arasına bir kitap ayracı koymuştur. Lavoisier döneminde, kimya alanında Antik Yunan döneminden kalan “toprak, su, ateş ve hava”’nın dört temel element olduğu öğretisi geçerliliğini korumaktadır. Bu öğretiden yola çıkarak Lavoisier “Flogiston deneyi”ni tasarlamış ve “flogiston” kavramını geliştirmiştir. Bu kavram yanan nesnenin flogiston adında bir madde çıkardığını öngörmektedir. Daha sonra gerçekleşen çalışmalar ve gazların keşfi ile “Flogiston Teorisi” geçerliliğini yitirmiştir. Sonraki deneylerinde elde ettiği bulgu ve gözlemlerini “Lovoisier, Traité Élémentaire de Chimie” adlı yapıtında toparlamıştır. Bu yapıt modern kimyanın doğmasını sağlayan temel eserlerden biri olarak öne çıkmıştır zira kimyayı sistemli bir şekilde ele almaktadır. Ayrıca Antoine Lavoisier, “Kütlenin Korunumu Yasası”nı da ortaya koymuş ve hiçbir şeyin yoktan var edilemediği ve maddenin dönüşümlerde miktar olarak aynı kaldığını göstermiştir. Bu yasayı öne çıkarabilmesinde, sistemli bir yaklaşıma sahip olması ve duyarlı ölçümler yapabilmiş olması önemlidir. 7 Giordano Bruno Giordano Bruno 1548-1600 İtalya. İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve okültistdir. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biridir ve şair yönüyle de edebiyata en yakın duranıdır. Ona doğacı coşkunluğun düşünürü de denmektedir. Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik’in tezini savunmuştur. Evrenin sonsuz ve eşdağılımlı olduğunu ve evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylemiştir. Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi’nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edilmiş ve Roma’da diri diri yakılarak idam edilmiştir. Onaltı yaşındayken Dominiken adını taşıyan bir tarikatta yer almış ve burada Tomasso tanrıbilimini incelemiştir. Yeni ve eski filozofları okuyarak kendini geliştirmiştir. Kopernik sistemi ile tanışınca, Bruno tarikat mensubu bir kişi olmaktan sıyrılmış ve buna bağlı olarak Hıristiyan inancıyla arasındaki bütün bağları koparmıştır. Daha önce Kiliseye karşı bir sistem içinde yer aldığından din sapkınlığı ile suçlanmıştır. 1576 yılında Roma’da daha 28 yaşında iken sapkınlık, dinsizlik şuçlarından dolayı hakkında dava açılmıştır. Oysaki O, düşüncelerinde ısrar etmiş ancak Engizisyon baskısından kurtulmak için Roma’ya ardından Kuzey İtalya’ya kaçmıştır. Dinsizlik ile suçlandığı için hiçbir yerde kalıcı olarak yaşayamamış, sürekli gezmiştir. Sonra Cenevre’ye geçmiş, ardından yaşamına Güney Fransa, Paris ve Londra’da devam etmiştir. 1582 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde bir kürsü elde etmiş ve Londra’da yapıtlarının birkaç bölümünü kitaplar halinde bastırmıştır. Londra’dan kısa bir süreliğine yine Paris’e geçen Bruno daha sonra bir İtalyan aristokrat olan öğrencisi Macenigo tarafından Venedik’e davet edilince bu daveti kabul etmiş ve burada Galileo Galilei ile tanışmıştır. Öte yandan ülkesini özlemiş, güneşine ve sıcak renklerine kavuşmuştur. Sık sık sunumlar ve konferanslar vererek Galileo ile bilgi ve fikir alışverişini ilerletmiştir. Ancak Macenigo adlı bir aristokratla çatışınca, onun tarafından Engizisyon’a teslim edilmiştir. Ona, düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylense de Bruno, gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermemiş ve bilim insanı olmanın onurunu daima korumuştur. Sekiz yıl hapiste kalarak tanrıya saygısızlık, ahlaksız davranış ve dinden çıkmak suçlarından soruşturulmuş ve yargılanmıştır. Uzun bir yargılamanın sonunda Hristiyanlık’ın ünlü ilkesine göre, “kanı akıtılmadan eziyet edilerek öldürülmesine” karar verilmiştir. Ölüm kararını Bruno’ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır “Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz” Kilisenin bu kararı, Roma’da Campo dei Fiori meydanında 17 Şubat 1600 de Bruno’nun diri diri yakılması ile yerine getirilmiştir. 8 Miguel Servet Miguel Servet d. 29 Eylül 1509/1511 – ö. 27 Ekim 1553, İspanyol ilâhiyatçı, hekim, haritacı, hümanist ve Avrupa’da kan dolaşımını doğru şekilde inceleyen ilk bilim insanıdır. Matematik, gök bilim, meteoroloji, coğrafya, anatomi, eczacılık, hukuk felsefesi, tercümanlık ve İncil’i orijinal metinlerinden tefsir etme çalışmaları bulunmaktadır. Şairlik yanı da bulunan Servet, özellikle eczacılık ve ilâhiyat bilimlerinin tarihinde nam sahibidir. Tıp bilgisini geliştirmek amacıyla 1526’da Endülüs’ten arta kalan Gırnata’ya Grenada gitmiş ve burada Hıristiyan yağmasından geriye kalan tıp ve eczacılık kitaplarını toplamıştır. Bunlar arasında tarihte ilk defa küçük kan dolaşımını bulan İbnü’n Nefs’in Alaaddin Ebu’l A’lâ Ali b. Ebi’l Hazm el Kureşî ed Dımeşkî 1270’li yıllarda telif ettiği kitabını Latince’ye çevirmiştir. İbnü’n Nefsin bir diğer kitabı olan “el Mu’cez fî’t Tıb”dan hem ecza ve hem de hastalıklarla ilgili çok yararlandığı kitaplardandır. 1531 Temmuz ayında “De Trinitatis Erroribus” Teslisteki Yanlışlıklar, 1532’de ise “Dialogorum de Trinitate” Teslis Hakkında Konuşmalar kitaplarını yazmıştır. Teslisten arındırılmış bir İncil hazırladıysa da herkese duyuramamıştır. Fransa’da yaşarken Engizisyon’dan korktuğu için Michel de Villeneuve Villeneuvelü Michel takma adını kullanmış ve 1533’te Batlamyus’un Coğrafya kitabının ilk Fransızca tercümesini yayımlamıştır. Bunun yanında 1535’te “In Leonardum Fucsium Apologia” Leonard Fuchs’a karşı Savunma, “Syruporum Universia Ratio” Şuruplar Hakkında Herşey adında eczacılık kitapları yayınlayımlamıştır. 1540 yılında ise suikaste uğramışsa da kurtulmayı başarmıştır. 1553’te teslisi reddeden görüşlerini içeren “Christianismi Restitutio” Hıristiyanlığın Özüne Dönüş kitabı bardağı taşıran damla olmuştur. Daha önce tanışıp ahbap oldukları Calvin tarafından oyuna getirilmiştir. Servetus ve Calvin daha önce mektuplaşmışlar ve Servetus Michel de Villeneuve adını, Calvin ise Charles d’Espeville adını kullanmıştır. Servetus bir arkadaşına bu mektuplaşmayla ilgili olarak şöyle yazmaktadır “Servetus, kısa süre önce, zırvalarını içeren hacimli bir posta yolladı. Eğer buraya gelirse ve eğer otoritemin bir değeri varsa, onun buradan canlı ayrılmasına asla izin vermem.” Servetus’in hem bilim, hem de dini sahada popüler olması, Calvin’i kıskandırmış olduğu düşünülmektedir. 16 Şubat 1553’de Servetus Vienne’de iken, tutuklanmıştır. Ancak delil yetersizliğinden serbest bırakılmıştır. 26 Mart 1553’de ise Servetus’in gönderdiği mektuplar Calvin tarafından engizisyona yönlendirilmiş ve bu mektuplar delil olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden Servet, Katolik kilisesi tarafından Lozan’da kitaplarıyla birlikte yakılarak öldürülmüştür. 9 Roger Bacon Roger Bacon d. 1219/1220 – ö. 1292 İngiliz bilim insanı ve filozoftur. “Deneysel bilim” yolunda çaba harcamış olan Bacon, çağdaş bilimin deneysel yaklaşımının tarihsel bakımdan erken olgunlaşmış bir temsilcisi olarak kabul edilmektedir. İnsanın bilgisizliğinin nedenleri üzerinde duran Bacon, otoriteye dayanmanın, geleneğin etkisinin, önyargıların ve kişinin cehaletini saklayan sözde bilgeliğin, insanı hakikate ulaşmaktan alıkoyduğunu söylemiştir. Bacon, özgür fikirleri yüzünden otorite ve din adamlarıyla sürekli tartışmalar yaşadığı için 14 yıl hapis yatmıştır. Hristiyan olmayanlardan özellikle Araplardan birçok şey öğrenilebileceğini söylemiştir. Ona göre İbn-i Sina, Aristoteles’den sonraki en büyük filozoftur. Empirik fikrininin ilk savunucusu olduğu da kabul edilmektedir. Felsefenin görevinin insanı Tanrı’nın bilgisine götürmek ve O’nun hizmetine koşmak olduğunu dile getiren Bacon, matematiğe özel bir önem vermiş ve matematiği tüm bilimlerin anahtarı olarak kabul etmiştir. Zamanının bilimiyle ahlakına yoğun eleştiriler yöneltmiş olan Bacon, tümevarım ve tümdengelimden meydana geldiğini söylediği bilimsel yöntem konusunda önemli katkılar yapmıştır. Bacon’un anlayışına göre gerçeğin önünde engeller bulunmakta ve bu engellerin cehaletin nedenleri olduğunu savunmaktadır. Cansu AYGEN
filozofların eğitim ile ilgili görüşleri